20 Eylül 2016 Salı

İLETİŞİM BECERİLERİ



“Annem beni hiç anlamıyor”, “Devamlı yapmam gerekenleri söyleyip duruyorlar. Ödevini yaptın mı?, Dişlerini fırçala, Odanı topla”, “Benden hep şikayet ediyorlar” gibi birçok iletişim engeli oluşturan yaklaşımlar istenen davranışın yapılmasını sağlayamıyor.
Yaşamın dokusunu insan ilişkileri oluşturur. İletişim, kişinin karşısındaki tarafından anında ve açıkça anlaşılmasını sağlayacak şekilde kendisini ifade etme davranışıdır.

İletişim Engelleri 
Sağlıklı ilişkilerin sağlanmasında en önemli engellerden biri, sorunun kimde olduğunun anlaşılmamasından kaynaklanır. Davranışların kabul edilip edilmemesi, bizlerin o davranışa tanık olduğumuz zaman yaşadığımız duygulara bağlıdır. Davranış yapıldığında olumsuz duygular yaşıyorsak, davranışı kabul etmeyiz. Olumlu duygular içindeysek, o davranışı görmezlikten gelebilir tepki göstermeyebiliriz. 

Anne babalar çoğunlukla iletişimi engelleyen yaklaşımlarla çocuklarıyla iletişim kurmaya çalışırlar. Örneğin ;
-EMİR VERME “Odanı topla”, “Gel buraya çabuk”, “Kaldır şu tabağı”, “Kitabımı ver”
-TEHDİT ETMEK (GÖZDAĞI VERMEK) “Yemeğini bitirmezsen, TV seyretmene izin vermem.”, “Dediğimi yap, yoksa canına okurum.”
-ÖĞÜT VERMEK, ÇÖZÜM GETİRMEK “Yorgunsan, erken yat o zaman”, “Hadi bakalım güzel güzel oynayın”, “Ben olsam, davranışlarına dikkat etmesini söylerim.”
-YORUMLAMA, TEŞHİS KOYMA, TAHLİL ETME “Aslında sen öyle demek istemiyorsun.” “Ben senin neden öyle yaptığını biliyorum.” “Senin esas sorunun nedir biliyor musun?”
-TESELLİ ETMEK, KONUYU DEĞİŞTİRMEK “Aldırma boş ver, takma kafana.”,“Üzülme, dert etme arkadaşlar arasında olur böyle şeyler.”“Haydi biraz neşelen.”,“Zamanla kendini iyi hissedersin.”
-YARGILAMAK, ELEŞTİRMEK, AD TAKMAK “Bu konuda yanlış düşünüyorsun.”, “Sen zaten hep kolaya kaçarsın.”, “Sen zaten yaramazın tekisin.”
-SORGULAMAK “Neden öğretmenine cevap vermedin.”, “Kim sana akıl veriyor.”, “Sen ne yaptın.””O ne cevap verdi.”
-DİNLEMEMEK “Boşver, başka şeylerden bahsedelim.” “Hadi unutalım gitsin.”
-ÖVMEK, KABULLENMEK, OLUMLU DEĞERLENDİRMEK “Yok canım saçın güzel olmuş.”, “Bence sen bu işin altından kolayca kalkarsın.” 

Sorun rahatsızlık yaşayan kişideyse rahatsızlığını Ben dili mesajlarıyla aktarmalıdır.
Telefonda konuşurken gürültü yapan çocuğunuza “Sussana” “Yeter artık” sen mesajları yerine. Ben dili mesajlarıyla DAVRANIŞI (Gürültü yaptığın zaman), NASIL ETKİLENDİĞİNİZİ (Telefonda konuştuğum kişiyi duyamıyorum) ve DUYGUNUZU (bu da beni kızdırıyor) içeren cümleler kurunuz.
“Ben” dili mesajlarının duyulma olasılığı daha fazladır.
Sorun karşınızdaki kişideyse Aktif Dinlemelisiniz (Etkin Dinleme)
Karşınızdakinin verdiği mesajı anlamlandırarak, onun duygusunu ona geri bildirmelisiniz. Böylece kişi dinlendiğini, anlaşıldığını hissederek çözümü konusunda iç görü kazanacaktır. 
Çocuğunuz “bugün arkadaşımla kavga ettik.” dediğinde bu mesajı “çocuğum, arkadaşına kızgın, üzülmüş” şeklinde yorumlayıp, “arkadaşına kızgınsın.” ifadesiyle onu anladığınızı gösterdiğinizde daha rahatlayacaktır ve olayı anlatmak isteyecek, anlaşıldığını hissedecektir.
Etkin dinlemeye yardımcı olacak sorular açık uçlu sorulardır. Ne, neler, nasıl ile başlayan sorularla karşındakinden daha çok bilgi alabilirsiniz. Neden, niçin sorularını savunma yarattığı için kullanmamalısınız.
Çatışma durumlarında Kaybeden Yok Yöntemi Uygulamak
Her iki kişiye de uygun çözüm yolunu bulabilmek için iki tarafında birer adım geri atması işe yarayacaktır. Çocuğunuz arkadaşında 1 saat daha fazla kalmak istiyor. Yarım saatte uzlaşmak her iki tarafında istediğinde geri adımdır, uzlaşma noktası yaratır. İki tarafta istediğinde diretirse çatışma kaçınılmaz olur.

• Sorunu belirleyin
• Olası çözümleri üretin
• İleri sürülen her çözümü değerlendirin
• Her iki tarafa da uygun olan en iyi çözüme karar verin ve anlaşmaya varın
• Kararınızı uygulamaya koyun.
• Uygulama sonrasını değerlendirin

Sorun olan davranışa nasıl engel olabiliriz?
•SORUN OLAN DAVRANIŞTAN ÖNCE
1. Önleyici açıklamada bulunma; beklentilerin açık dille önceden çocuğa söylenmesidir. 
2. Çevreyi değiştirme, çevrenin çocuğa uygun hale getirilmesidir
3. Beklenen davranışlara anne/babanın örnek olmasıdır.
4. Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olma yol gösterme ve yaptığı zaman takdir etmedir.

• SORUN OLAN DAVRANIŞ SIRASINDA
1. Sorun olan davranışın nedenini düşünmedir.
2. Yapıcı bir çözüm yolu, alternatif göstermedir.
3. Ailenin bireyi olarak duygularını ve kabul edilmez davranışın kendi üzerindeki etkilerini açıklamadır.

• SORUN OLAN DAVRANIŞTAN SONRA
1. Kabul edilmez davranışın etkilerini göstererek pişmanlık duymasını sağlamadır.
2.Çocuğun kabul edilmez davranışın sonuçlarını yaşamasına müsaade etmedir. 
Uzman Psikolog Şeyda Özdalga

15 Eylül 2016 Perşembe

Dijital Çağda Anne - Baba Olmak



Anne babalar, yeni doğan çocuklarının ilk görüntülerini, gelişimini, özel anlarını cep telefonu ile çekip, sosyal paylaşım sitelerinde eş, dost ve akrabalara ilettiler, zihinsel becerilerini desteklemek için okul öncesi dönemde eğitim içerikli bilgisayar cdlerini sundular,  okul döneminde ödevlerini, projelerini yapmaları için internetin bilgi erişiminden yararlanmalarını sağladılar, lisan öğrenip, geliştirmelerine fırsat verdiler, keyifli zaman geçirsinler diye bilgisayar oyunları alıp oynamalarına izin verdiler, gittikleri yerlerde, yolculuklarda oyalansın, sıkılmasın diye onları tabletsiz bırakmadılar.

Ancak iyi niyetli anne babalar, çocuklarının bunları uygun kullanmamasından dolayı endişe duymaktadırlar. Sanal oyunların esiri olan, arkadaşlarıyla bir aradayken birbirleriyle mesajlaşan, bir arada ama ilişki, iletişim kurmadan ellerindeki telefon ve tabletlere dalmış çocuklar, indirdiği videoyu izleyip, müziği dinleyen, oyun oynayıp ailesinin yanına gelmeyen odasına kendini kapatan gençler ailelerini kaygılandırıyor.
Çocuklar neredeyse cep telefonu, tablet ve bilgisayarla yapışık yaşıyorlar.
Cep telefonu ve tabletler çocukların uzuv ve uzantısı olarak gözlemlenmekte, bilgisayarda kalma süreleri konusunda ailelerle çatışma ve pazarlıklar yaşanmaktadır. Durumun teknoloji bağımlılığı olarak değerlendirilmesinin en önemli kriteri onsuz olamamadır. Teknolojik aletler mi çocuğu yönetiyor, çocuklar mı teknolojik aletleri yönetiyor? Çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri neler? Bunlar değerlendirilmelidir.

Çocuğun davranışları birer sonuçtur. Çocuğun mizacı, gelişim özellikleri, anne, baba ve yakın çevrenin tutumları, istek ve ihtiyaçlarının yeterince ve doğru bir şekilde karşılanmaması, iletişim yanlışları nedeniyle istenmeyen davranışlar gelişebilir. İçe dönük, öfkeli, kaygılı, sorunlu ebeveyni olan ya da  çatışmalı aile ortamı içinde bulunan, eleştirilen, yargılanan, kıyaslanan, engellenen, ihmal edilen, kendini başarısız bulan, sosyal sorunları olan çocuk için bilgisayar oyunları, sanal arkadaşlıklar çocuğun sığındığı, sorunlarından uzaklaştığı, kendini yeterli, değerli, başarılı hissettiği bir ortam olabilir.  Öncelikle bu yaklaşımların varlığı değerlendirilip düzenlenmelidir.
Sonrasında ise çocuk ve aile ilişkileri yararına kullanımın yaşlara göre sınırlandırılması gerekir. Okul öncesi dönemdeki bir çocuğun bilgisayar, internet veya oyun kullanımı oldukça sınırlı olmalı ve iyi bir şekilde denetlenmelidir. Aksi takdirde gerçek yaşam ile fantezi arasındaki farkı yakalayamadığı için oyunlardaki kahramanların yaptıkları davranışları arkadaşları üzerinde denediğinde, korkular ve kaygılar geliştirebilir. Okul öncesi dönem için bu materyallere ayrılacak zaman ortalama olarak günlük 15 dakikayı aşmamalı ve anne babanın gözetiminde olmalıdır. Bu dönemde, anne ve baba ile oynayacakları kutu oyunları, evcilik, resim yapma, kesme yapıştırma, hikâye dinleme ve anlatma, vs. daha çok vakit ayrılması gereken aktivitelerdir.

İlköğretim dönemindeki çocuk bilgisayarı keşfetmeyi, becerilerini geliştirmeyi, arkadaşları ile bilgi alışverişinde bulunmayı, yeni oyunları öğrenir. 1. Sınıf düzeyinde otoriteyi çok fazla sorgulama eğiliminde değildir. O nedenle koyulan kuralları uygulama konusunda ebeveynlerin pek fazla sıkıntı yaşaması beklenmez. Henüz okula başlamış ve dolayısıyla artan sorumluluklarına adaptasyon sürecinde olan, özellikle tam gün okula giden, 6 yaş çocuğunun günlük bilgisayar kullanım süresi 30 dakika olmalıdır. 7 -9 yaş arası, bu alana olan ilginin oldukça arttığı bir dönemdir. Genel olarak bu yaşlardaki çocuklar yasaklanan birçok davranışı gerçekleştirme eğiliminde olduğundan ailelerin koydukları kuralları çiğneme eğilimi gösterseler de kontrol edilebilirler. İnternette gezinmeyi, çeşitli oyunlar oynamayı, e-posta gönderip almayı başarabilen bu yaş çocuğunun akademik amaçlar dâhil günlük ortalama bilgisayar kullanımının 1 saati geçmemesi önerilir. Aksi takdirde hem akademik hem sosyal yaşam etkilenebilir. Bu yaşlara kadar cep telefonu ihtiyacı yoktur.

Ön ergenlik dönemindeki 10-13 yaş çocuğu, bilgisayar, internet ve oyun konsolları konusunda oldukça fazla bilgiye sahiptir. Bu alandan her türlü bilgiye sınırsız ulaşım sağlayabileceğinin farkındadır. Arkadaş ilişkileri eskiye oranla önem kazanır. Arkadaşlık kurma siteleri ve özellikle anlık ileti en çok kullanılan araçlardır. Ayrıca, okullar doğru kullanımını teşvik etmek amacı ile internetten bilgi aramaya yönelik çeşitli projeler, ödevler verirler. Dolayısıyla internetin eğitici rolü bu dönemde ön plana çıkmaya başlar. Bunlara ek olarak, bu yaştaki çocuklar bilgisayarı şarkı veya video indirmek, e-posta göndermek ve sevdikleri ünlüler hakkında araştırma yapmak için de kullanırlar. İletişim amaçlı cep telefonu ihtiyacı sınırlı olarak karşılanabilir.

Lise dönemi gençleri içinse artık bu temeller üstüne bir yaklaşım yardımcı olacaktır. Bağımsız, kendi kararlarını almak isteyen, egosu güçlenen genç, ailenin bu konudaki koruyucu, kontrol eden, sınırlayan yaklaşımlarını kabul etmez. Dijital aletlerin zararları konusunda bilgi vermek, onun üzerindeki etkileri göstermek işe yarayabilir. Bilgisayar başında kalıp geç yatan genç, sabah kalkmakta sorun yaşayınca, akademik başarısını etkileyince, sosyal ilişkilerinde farklılıklar olunca, hedeflerine doğru gitmelerini engelleyince, aile ilişkileri çatışmaya girince kontrol etme ihtiyacını fark ederler. Cep telefonunun değil ihtiyaç, en son teknoloji ve trendlere göre olması beklentisindedir. Bu konuda ailenin sosyo-ekonomik seviyesine göre karar vermek, koşullarını kabul etmesine de yardımcı olur.

Teknolojik aletlerin yarar ve zararları nelerdir?
İnternet erişimi, bilgiye ulaşma, araştırma becerilerini geliştirme,  globalleşme, aynı zamanda sosyalleşme, bilgi alma ve verme, en hızlı iletişimi sağlama, sunum becerileri açısından bir çok yararlar sağlamaktadır. Bireyler blogları ile kendi beceri, bilgi ve görüşlerini sunarak özgüvenlerini geliştirebiliyorlar.Tablet ve bilgisayar oyunları ise her zaman yanlış örnek oluşturacak veya çocuğun gelişimine zarar veren unsurlar içermiyor. Aynı zamanda eğitici, geliştirici ve yaratıcılığı destekleyen birçok özelliği de içinde barındırıyor. Çocukların kazanma ve kaybetme duygusunu deneyimlemelerine izin veriyor. Cep telefonları ise ailelerin çocuklarına ulaşmalarına, güvende hissetmelerine olanak tanıyor.
Zararları ise fiziksel, psikolojik ve sosyal alanlarda olabilmektedir. Bunlar, iskelet sistemi sorunları, görme bozuklukları, uyku bozuklukları, radyasyon riski, kilo sorunları, görsel alanın aktif kullanımından dolayı sözel alanın gelişmeyip dikkat eksikliği ve öğrenme sorunlarının ortaya çıkması, akademik başarının düşmesi, aile ilişkilerinin azlığı ve çatışmalar, sosyal beceri eksikliği ve iletişim sorunları, sanatsal ve sportif faaliyetlerin azalması, bağımlılık,  öfke sorunları, kaygı, şiddet ve saldırganlığın artmasıdır.

Bu konuda ailelerin izleyeceği tutum nasıl olmalıdır?
Gelişim çağındaki çocukların iç denetimleri yeterli olmadığından ebeveynlere büyük görevler düşüyor. Her yaş döneminin gelişim basamaklarında gösterdiği özellikler farklı olduğu gibi bilgisayar, internet ve oyun konsollarını kullanma davranışları da değişim gösteriyor. Ailelerin bu gelişim dönemlerinin özellikleri hakkında bilgi sahibi olması ev içi kullanım kurallarını belirlemelerinde yardımcı olacaktır. Amaç teknolojik araçları yasaklamak değil uygun kullanımını sağlamaktır. Önce ödev ve sorumluluklar sonra dijital aletler ödül olarak verilmelidir. Önce bilgisayar oyunu oynayan, sosyal paylaşımda, mesajda zaman geçiren çocuk bu alemden kalkıp ödevini yapmakta zorlanır, vicdan azabı çeker, erteler, çalışma motivasyonu düşer, ders çalışmak ceza olur.  Olumlu davranışın arkasından gelen ödül ise hem sorumluluk bilincini geliştirir, hem de planlama becerisini geliştirerek iç motivasyon ve denetimini arttırır. Çocuğunun yararını gözeten ebeveyn olarak “Bilgisayar oynayabilir miyim anne?” sorusuna “ödevlerini bitirdikten sonra yarım saat oynayabilirsin” yaklaşımı ve netliğine ihtiyaç vardır.

10 adımda dijital dünyada nasıl ebeveyn olunmalıdır?
1. Dijital aletleri uygun kullanan anne baba modeli olun
2. Sınırlarınızı çocuğun yaşına, kişiliğine, özel durumlarına göre ayarlayın
3. Gördüğünüz olumsuz etkileri görmesini sağlayın
4. Dijital aletleri olumlu davranışın arkasından ödül olarak kullanın
5. Çocuğunuza sınırlamalarınızın nedenlerini anlatın
6. Kendisinden beklenen sorumluluk ve davranışları belirtin
7. Gerçek yaşamını keyifli hale getirin
8. Beklenen davranış ve tutumlarını takdir edin, oto kontrolünü geliştirmek için daha çok sorumluluk verin
9. Sınırlarken, birlikte ortak gün ve zaman belirleyin
10. Sanat ve sportif aktivitelere yönlendirin.


Şeyda Özdalga, Uzman Klinik Psikolog 

5 Eylül 2016 Pazartesi

Çocuklar Tekrarla Öğrenir

Bebeklik dönemini takip eden yaş dönemlerinden biri olan 1-2 yaşındaki çocukların gelişimlerinde tekrar, diğer yaş dönemleri kadar önemlidir. Yaşından gün alan çocuk bilişsel, dilsel, sosyal, fiziksel ve özbakım becerileri olarak birçok farklılık ve farkındalıklarla gelişimini devam ettirir. 1-2 yaş dönemi gelişim özelliklerine göre istediği bir eşyayı eliyle gösterebilir, yardımsız yürümeye başlayabilir, "bana ayakkabını göster." deyince gösterebilir, ayaktayken topa ayağı ile vurabilir, kedi, araba gibi eşyaları tanıyabilir, kutuları üst üste koyarak kule yapabilir, iki kelimelik cümleler kurmaya başlayabilir, ellerini yıkayabilir, müziğe uygun ellerini çırpabilir.


Çocukların bu gelişim dönemlerinde beklenenleri yapmasında tekrardan yararlanmak onun öğrenmesini pekiştirmek ve yerleşmesini sağlamaktır. Beş duyunun da uyarılması ile öğrenme daha çabuk ve kalıcı olmaktadır. Bilinmeyenin sözcüklerle ifade edilmesi, koklatılması, tadılması, dokunulması, işitilmesi süreçlerine tabi olan bilgi belleğe yerleşmeye başlar. "Bu meyvenin adı çilek. Bak kokla, tadına bak." dedikten bir süre(bir saat) sonra aynı bilgilerin verilmesi, ertesi gün yine aynı bilgilerin yeniden verilmesi, öğrenip öğrenmediğini anlamak için "bunun adı neydi" diyerek sorulması, öğrenene kadar bu bilgilerin tekrarı yardımcı olur.
Sosyal Gelişim açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için;

  • Basit ev işlerini ona göstererek sizi taklit ederek öğrenmesine yardım edebilirsiniz. Evdeki eşyaların durdukları yerleri öğretebilirsiniz. "Bak bu sabunun yeri banyodur."Oyuncaklarını kutuya atarak nasıl toplayabileceğini öğretebilirsiniz.
  • Aynı ortamda başka çocukla bağımsız oyun oynayabilir. Oyuncak arabayı sürmesini, oyuncak bebeğin beslenmesini göstererek öğretebilirsiniz.
  • Saklambaç oyunu öğretebilirsiniz. Alışverişe giderken ona bilgi vererek gidip bir süre sonra geleceğinizi her gidişinizde tekrar tekrar söylemek ve buna uygun davranmak size güvenmesini ve annesiz kalmayla baş edebilmesine yardımcı olacaktır.
  • Evin bölümlerini isimlendirerek öğretebilirsiniz. "Burası mutfak, yatak odası v.s. gibi) Ev dışında, çevrede geziler yaparken bilgi verebilirsiniz.
  • Hayvan hareket ve sesleri çıkararak çocuğun taklit etmesini sağlayıp, ödüllendirebilirsiniz.
  • Bir hafta boyunca aynı kitabı okursanız. Artık kitabın hangi sayfasından sonra hangi konunun ya da karakterin geldiğini bile söyleyebilir.
  • Nasıl selamlaşacağını öğretin. "Her gün günaydın, iyi geceler kelimelerini kullanabilirsiniz
  • Ellememesi gereken nesneleri sık sık belirtebilirsiniz.
  • Beklemesi gereken durumlar yaratabilirsiniz.
  • Oyuncaklarını arkadaşlarıyla paylaşmasını sağlayabilirsiniz.


Dil Gelişimi açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için ;

  • Kişi ve nesneleri, giyecek, yiyecekleri sık sık aynı şekilde isimlendirebilirsiniz.
  • Vücudunun bölümlerini tanıtabilirsiniz.
  • Yanlış isimlendirirse doğrusunu tekrar tekrar belirterek ondan söylemesini isteyebilirsiniz.
  • Fiilleri kullanabilirsiniz. "Dede gitti. Yemek bitti. Anne geldi."gibi.
  • "Bana topu getir." gibi yönergeler verebilir, getirince aferin diyerek ödüllendirebilirsiniz.
  • Sık sık "bu ne? "diye sorular sorabilirsiniz.


Özbakım Becerilerinin Gelişimi açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için ;

  • Çoraplarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
  • Pantolon giymeyi öğretebilirsiniz.
  • Ayakkabılarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
  • Düğmesi açık paltosunu çıkarmayı öğretebilirsiniz.
  • Fermuarlarını açıp, kapatmayı öğretebilirsiniz.
  • Tuvalet ihtiyacını haber vermesini öğretebilirsiniz.


Bilişsel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

  • Bir kabın içinden tek tek 5-6 nesneyi çıkarmasını sağlayabilirsiniz.
  • Aynaya bakarak ağzını göstermesini isteyebilirsiniz.
  • Küpleri üst üste dizmesini öğretebilirsiniz.
  • Benzer nesneleri eşleştirmesini isteyebilirsiniz. "Bu topun aynısını bul, göster." gibi
  • Kalem ve boyalarla bantla sabitlenmiş kağıda karalama yapabilirsiniz.
  • Nesneleri isimlendirmesini isteyebilirsiniz.


Fiziksel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

  • Sandalyeye tırmanmasını teşvik edebilirsiniz.
  • Çubuğa dört halka geçirmeyi öğretebilirsiniz
  • Delikli tahtadan çubuğu çıkarmayı gösterip aynısını yapmasını isteyebilirsiniz.
  • Buzdolabına kağıt yapıştırarak, ayakta çizim yapmasını sağlayabilirsiniz.
  • Merdiveni nasıl inip, çıkacağını öğretebilirsiniz.

 
Tüm bu gelişim alanlarının çocukta görülebilmesi için yapılacak sık tekrar hatırlatıcı ve öğretici olacaktır. Tekrarlar çocuğun her dönemi için uygulanabilir.

Uzman Psikolog Şeyda Özdalga

2 Eylül 2016 Cuma

İstanbul Karikatür & Sanat Festivali



St. Joseph Derneği Sosyal Tesisleri’nde 23-24-25 Eylül tarihleri arasında ilk kez gerçekleşecek olan, İstanbul Comics & Art Festival, en iyi karikatüristleri, çizgi romanları, animasyonu, illustrasyonu, graffiti sanatçılarını ve alternatif performans sanatlarını bünyesinde toplayacak.

Detaylı bilgi için; http://www.icaf.com.tr




30 Ağustos 2016 Salı

KAYGI VE ENDİŞE AZALIYOR !

Halk arasında evham diye bilinen endişe (kaygı), insanın içten ya da dıştan gelen tehlikeye veya tehtidlere karşı önlem almasına yardımcı olan, bazı fiziksel, davranışsal, duygusal tepkilerin meydana geldiği otomatik ve sağlıklı bir yanıt sistemidir. Dolayısıyla gerektiği zaman da kaygı, uyum sağlayıcı bir görev de üstlenir. Hayatı devam ettirebilmek ve sorunlarla baş edebilmemiz için kaygı gerekli bir tepkidir. Endişenin günlük dildeki karşılığı, korku, gerginlik, sıkıntı ve bunaltı gibi duygulardır.
Özellikle stresli olduğumuz zamanlarda (Örneğin çok önemli bir sınavda, iş mülakatında, büyük bir topluluğa konuşma yapıldığında, vs.) endişe yaşarız. Endişe duygusu aslında bedenimizin bize verdiği bir sinyaldir. Bu sinyalin sonucunda ellerimiz terleyebilir, kalbimiz daha fazla kan pompaladığından yüzümüz kızarabilir, kalp çarpıntısı yaşayabilir veya dizlerimizin bağı çözülüyor gibi hissedebiliriz. Kaygının sonucunda oluşan bu tepkiler bizim sunum yapmamızı engellemediği ve eylemden kaçınmamıza neden olmadığı taktirde bu kaygı yukarıda da bahsettiğimiz gibi gerekli olan bir duygudur.
Ancak bir de, günlük yaşantıda devamlı ve aşırı kaygılı olma hali vardır. Kaygının, şiddeti ve yoğunluğu kişi tarafından kontrol edilemediğinde günlük hayat olumsuz etkilenmeye başlarken işlevsellik aksamaya başlar. Çok kaygılı kişiler, yaşanılan herhangi bir olayda, olabilecek en kötü senaryoyu kafalarında kurup, bunun onun başına geleceğini düşünür. Günlük yaşamda “Yeter artık evham yapmayı bırak” ya da “Sen de ne kadar endişeli oldun” gibi cümleleri sıkça duyarız.

Örneğin, çocuğu gelmesi gereken zamandan 5 dakika geç gelen bir annenin kafasından bir takım düşünceler geçmeye başlayabilir. “Ya çocuğumun başına birşey geldiyse?”, “Acaba servis kaza yapmış olabilir mi?”, “Okul çıkışında ya servise binmediyse?” gibi düşüncelere bedensel tepkiler de eşlik edebilir. Annenin aklına gelen bu düşüncelerin ardından, elleri titreyebilir, kalbi daha hızlı atar, baş dönmesi, mide bulantısı da eşlik edebilir. Halbuki geç kalma nedeni okul servisinin trafiğe takılmış olması olabilir.
Peki kaygımızı kontrol edemediğimizde, bizi rahatsız ettiğini ve hayatımızı olumsuz etkilemeye başladığını fark ettiğimizde onu nasıl yönetebiliriz?
Kaygı ve endişe ile başa çıkmada önemli ipuçları:
  • Kendimize endişelenme zamanı yaratabiliriz. “Kaygılanmayı bırak”, “Bunda kaygılanıcak ne var?” gibi cümleler genelde endişeyi azaltmaz. Bir ipucu, gün içerisinde ‘’endişe zamanı’’ yaratmak olabilir. Örneğin her gün 17:00 ile 17:15 arasında zihnimizdekileri serbest bırakabilir ve özgürce kaygılanabiliriz. Böylece diğer zamanlarda aklımıza gelen bir kaygı kaynağını not alıp o zaman diliminde düşünülmek üzere erteleyebiliriz.
  • Kendimize kaygılandığımız konunun bir çözümü olup olmadığını sorabiliriz. Çözümü olan konularda aksiyon alabiliriz. Olası çözümlerin listesini yapmak ve buradan bize en uygun olanı seçmek ilk adım olacaktır. Örneğin kredi kartını çok kullandığımızı düşünüp ay sonu ne kadar borcumuz olacağı ile ilgili kaygılanıyorsak, bankayı arayıp harcama miktarını öğrendiğimizde durum netleşecek ve kaygımız azalacaktır. Çözümü elimizde olmayan kaygılarda zor da olsa diğer duygularımıza odaklanmak işe yarayabilir.  Kaygılı olduğumuzda yaşanılan diğer duygulardan çok endişelerimize odaklanırız. Oysa duygusal farkındalığımızı arttırdığımızda kaygımız da azalır.
  • Kaygılandığımız zamanlarda kaygının nedenini araştırmak, sıkışıp kaldığımız duygudan çıkmamıza ve olası çözüme ulaşmamıza yardım eder.
  • Diğer bir yol ise, belirsizliğe tahammül edebilmektedir. Çok kaygılı kişilerin belirsizliğe tahammülsüzlüğü vardır. Gelecekte ne olacağını bilmenin, yani geleceği kontrol etmeye çalışmanın kaygıyı azaltacağını düşünürüz. Oysa, gelecek bir bilinmezdir ve sürekli geleceği tahmin etmeye çalışmak ve hazırlıklı olmayı denemek kaygıyı arttırır. Kaygıya iyi gelecek olan, anda olmaya çalışarak geleceğin belirsiz doğasını kabullenmektir.
  • Kaygılandığımız zaman oluşan bedensel tepkileri rahatlatmak için de nefes teknikleri ve gevşeme egzersizleri kullanılabilir.
  • Ayrıca kaygılarımız ile ilgili bir uzmandan yardım alabiliriz. Böylece hem kaygımızın farkına varır, hem de sebeplerini anlayabiliriz. Bu da kaygının üzerine çalışmak demektir ve küçük adımlarla oluşan sağlam bir değişime giden yolda ilerlemeyi sağlar.

Nancy Koen Levi 
Uzman Klinik Psikolog

26 Ağustos 2016 Cuma

YENİ DERS YILI BAŞLIYOR!

Yeni ders yılının başlamasına az kaldı..
İşte Uzman Psikolog Şeyda Özdalga'nın ailelere ve öğretmenlere önerileri

  • Çocuğun bedeninin alışması için yatma ve kalkma saatleri, aşamalı olarak okul dönemindeki düzene sokulmalı.
  • Okul kıyafetleri, kırtasiye ihtiyaçları öğrenciyle birlikte seçilerek alınabilir.
  • Tatil ödevlerini bitirmek, kendisini okula hazır hissetmesine yardımcı olacaktır.
  • Ailelerin okulla ilgili yorumları olumlu olursa öğrencilerde bu bakışı benimsemeye alışır.
  • Yeni okula başlayanlar, okulu önceden ziyaret edebilir.
  • Son hafta, yazlık evden kışlık eve dönülmesi uygundur.
  • Alınan kitapları, kırtasiye malzemelerini, odasındaki masa ve dolaplara kendisinin yerleştirmesi istenebilir.
  • Odasında ve çalışma masasında daha çok zaman geçirebileceği aktiviteler yapılabilir.
  • Bir üst sınıfın kitaplarından, işleyeceği konuları gözden geçirebilir.
  • Okul başladıktan sonra dersler ve günlük yaşam programlanabilir.
  • Ders temposu her gün artırılarak, ders çalışma veriminin de yükselmesi sağlanabilir.
  • İstek olmasa da derse oturmak, derse başlamak öğrenciye yardım edebilir.
  • Unutulan konularla ilgili bilgiler, paniklemeden hatırlatıcı kaynaklardan alınabilir.
  • Öğretmenler ilk haftalarda daha esnek ve toleranslı davranabilir.
  • Televizyon ve bilgisayar oyunlarını, ödev sonrası kendilerine ödül olarak vermeleri, sorumluluklarını ertelemelerini önleyecektir.
  • Devam eden akademik ve duygusal sorunların tespiti ve terapisi için bir uzmandan yardım alınabilir.

21 Ağustos 2016 Pazar

DUYGUSAL AÇLIK MI, FİZİKSEL İHTİYAÇ MI?

Konu yemek yeme davranışı olduğu zaman herkesin farklı bir yorumu bulunmaktadır. Bazı insanlar “Sadece acıktığımda aklıma yemek gelir,” derken, kimileri de “Yemek yemeden yaşayamam,” tabirini kullanırlar.
Dergilerde, gazetelerde ve internet sitelerinde çok sayıda diyet listesi ile karşılaşıyoruz. Her birinde farklı tavsiyeler verilmekte ve ayrı püf noktalarına değinilmekte. Kimimiz bu listeleri uygulayıp hedefimize ulaşırken, kimimiz her gün niyetlenip rejime başlayıp en fazla bir gün ya da bir hafta dayanabiliyoruz.
Bunun en önemli nedeni, yemeğin fiziksel bir ihtiyaç olmanın yanı sıra, bazı insanlar için duygusal açlığı da doyurmak için kullanılan bir araç haline gelmesidir. Bu da yemeği fiziksel açlıktan mı yoksa duygusal açlıktan mı yediğimizi ayırt edemememize sebep olabilir. Yemek alışkanlıklarımızı sağlıklı hale getirebilmenin ilk adımı fiziksel ve duygusal yeme ihtiyacı arasındaki farkı netleştirmektir.
Fiziksel açlık, beyin tarafından mideye gönderilen bir sinyaldir. Gönderilen bu sinyalin beraberinde mide kazınması ya da bazı kişilerde baş dönmesi gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Duygusal açlık ise, bir anda gelir ve kişinin ne zaman yemek yemiş olmasıyla ilişkili değildir.
Duygusal yemek yeme, utanç, öfke, kızgınlık ve üzüntü gibi olumsuz duygularla yemek yiyerek baş etmeye çalışmak olarak açıklanabilir. Bu olumsuz duygular yemek aracılığıyla bastırılmaya çalışılsa da, kısa süreli rahatlamanın ardından gelen suçluluk duygusu durumu daha da zorlaştırabilir.
Fiziksel açlık, en son yenilen öğünden sonra yavaş yavaş ortaya çıkar ve tekrar yemek yendikten sonra açlık hissi giderilir. Ancak duygusal açlıkta ne kadar yemek yense de tam olarak bir doygunluk hissine ulaşılmaz, çünkü duygusal açlıkta doyurulmaya çalışılan mideden çok duygularımızdır.
Fiziksel açlık, yavaş yavaş ortaya çıkar, duygusal açlık ise aniden gelir. Aç olmamızdan bağımsız, duygusal ihtiyacımızı gidermek için yediğimizde, canımız hamburger, pizza, dondurma veya şeker gibi bizim için yatıştırıcı etkisi olan bir yiyeceği çeker. Ayrıca, duygusal açlıkta hemen yemek yemeyi isterken fiziksel açlıkta, yemek yemeyi biraz erteleyebiliriz. Fiziksel açlıkta doyduğumuz zaman yemek yemeyi durdurabilirken, duygusal açlıkta fiziksel olarak doymuş hissetsek de kendimizi durduramayabiliriz.
Duygusal yeme davranışı nasıl önlenebilir?
  • Duygusal yemek yeme alışkanlığını değiştirebilmenin ilk adımı farkındalıktır. Hangi duyguyu hissettiğimizde ya da hangi durum ile başa çıkmakta zorlandığımızda yatışmak için yemeğe başvurduğumuzu not etmek, bu konudaki farkındalığı arttırmaya yardım eder.
  • Yemek yeme düzeni oluşturmak da çok önemlidir. Gün içerisinde hangi saatlerde yemek yediğimizi bilirsek ve öğün atlamazsak arada kaçamak yapma olasılığı da azalır.
  • Dış (çevresel) faktörler duygusal yemek yeme alışkanlığımızı tetikleyebilir. Çevremizdeki yiyeceklerin ulaşılabilirliğini kontrol etmek etkili olacaktır. Örneğin stresli bir ortamda şekerli olan şeyler yeme eğilimimiz olduğunu biliyorsak, etrafımızda tehlikeli yiyecekleri bulundurmamak, bu davranıştan uzak kalmamıza yardım edecektir.
  • Spor yapmaya özen göstermek destekleyici bir etkiye sahiptir. Spor yaparak kalori yakmak ve motive olmak, yemek yeme ihtiyacını azaltır.
  • Duygusal yemek yeme bireyin baş etmekte zorlandığı duyguları olduğunu gösterir. Bunun farkında olmak ve bir profesyonelden destek almak duygusal yemek yeme sorunu olan bireylerin bu problemi anlamlandırmalarını ve çözüm bulmalarını kolaylaştırır.
Nancy Koen Levi 
Uzman Klinik Psikolog
Kaynakça:
Timmerman, G. & Acton, C., (2001) The relationship between basic need satisfaction and Emotional Eating, Issues in mental health nursing, 22:691-701.

16 Ağustos 2016 Salı

KAYIPLARLA BAŞETME VE YAS TUTMA 


Boşanma, ayrılık,  işlev kaybına sebep olacak hastalık, kaza ile uzuv kaybı, işini, varlığını  kaybetme gibi yaşam olayları yanında en travmatik olanı şüphesiz ölüm sonucu bir yakının kaybıdır. Ortak konu kayıp ise yas tutma da çoğunlukla kaçınılmazdır. Yas tutma düzeyi, kişinin problem çözme becerilerine, alabildiği sosyal desteğe,  ölen kişinin yaşına, ilişkinin niteliğine, sonrasında değişen koşullara bağlı olarak farklılıklar gösterir.  Yas tutma, yaşanan kayıp veya değişikliğe verilen psikolojik bir cevaptır aslında. Yas yaşanmalıdır. Yasını zamanında yaşamayanların sonrasında fiziksel ve ruhsal hasarları daha zorlayıcı olmaktadır.

Uyku, yeme sorunları, ağlama, sosyal çevreden uzaklaşma, kendini boşluk içinde hissetme, çalışamama, dikkat dağınıklığı, kolay öfkelenme gibi tepkilerle kendini gösteren bu süreçte birbirini takip eden ya da iç içe geçen dönemleri yaşayarak kendini iyileştirir. 
Kişi, kaybın arkasından  tüm dengenin bozulduğu, kaybın reddedildiği inkar, şok, pazarlık, kızgınlık, suçluluk, adalet arama, depresyon, yalnızlık gibi   duygu, davranış ve düşüncelerden sonra kabullenme ve geleceğe dair umutlarla yaşamına devam eder. 
Bu dönemde  neler yapılmalıdır;
  • Duygularınızı yakınlarınızla, sevdiklerinizle paylaşın, sosyal destek alın.
  • Yaptığı ya da yapmadıkları nedeniyle duyduğunuz kızgınlık için öleni de, onunla yapılan ya da yapılmayanlardan dolayı suçluluk hissettiğiniz için kendinizi de affedin.
  • Kaybın size ödetilen bir bedeli yoktur. Ölüm, kayıp hak edilecek bir ceza değildir. Yaşam döngüsünü bilinmeyen yönüyle kabul edin.
  • Doğa yürüyüşleri yapın, hobilerinizle zaman geçirin.
  • Yalnızlık isteği de doğaldır. Hazır hissedince yeni insanlarla da görüşün, farklı ortamlarda olun.
  • İyi gelen aktivite ve kişilerle olarak rutin yaşamınız içinde kalın.
  • Unutma çabası, düşünmek istememek gerçekçi değildir. Öleni güzel anılarıyla yaşatın.
  • Ölümü kabul etme, mutlu olmak onu unutmak veya umursamamak değildir. Gerçeği kabul edip baş etmektir.
  • Geleceğe umutla bakıp, zamana güvenin.


Uzman Psikolog Şeyda Özdalga

15 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖZGÜVEN NASIL KAZANILIR ?


Özgüvenli olmak bize ne sağlar? Kendimize güven duygusunu nasıl kazanırız? Uzman Klinik Psikolog Nancy Koen Levi açıklıyor. 
Özgüven kendimiz, yeteneklerimiz ve becelerilerimiz hakkında olumlu ve gerçekçi bir inanca sahip olmamız anlamına gelir. Özgüven, hayata karşı yapıcı, olumlu bakış açısını ve kendine inanmayı gerektirir. Özgüveni olan bireyler, birçok sorunla ya da durumla daha kolay baş edebilirler. Özgüven bize kuvvet verip motivasyon sağlarken, bu motivasyon bizim çabalamamızla karşımıza çıkacak olan engellerle başa çıkmamıza ve kazanılan başarılardan mutlu olmamıza yardım eder.
Özgüvenimiz yerinde olması her zaman her şeyi mükemmel yapacağımız anlamına gelmez. Aksine yaşanan olumuzlukların hepsini kendimize mal etmektense nedenlerini araştırır, bundan ders çıkartır ve bir dahaki sefere daha iyisini yapma motivasyonuna sahip oluruz.
Ancak özgüven eksikliği olduğu taktirde, kendimizden şüphe duyma, kolay boyun eğebilme, aldığımız eleştirilere karşı toleranslı olamama, sevilmediğimizi hissetme ve yalnızlık gibi olumsuz inançlara sahip olmamız olasıdır.
Kendimize hangi durumlarda güven duyarız?
Sanıldığının aksine özgüven, her koşulda sabit olan bir duygu değildir. Yaşam olaylarımıza bağlı olarak diğer insanlar ve olaylar özgüvenimizin azalmasına veya artmasına sebep olabilir. Diğer bir deyişle, farklı durumlarda veya çevrelerde güven ya da güvensizlik duygusuna sahip olabiliriz. 
Örneğin, bazı kişiler sahip oldukları mesleki kariyer, akademik başarı veya okul derecesi ile kendine güvenirken, fiziki özellikleri, sosyal yaşamı veya dış görünümü ile kendine güvenmeyebilir. Bu durumda güvenli olduğumuz yönlerimizi ortaya koymaya çalışırız. Ancak kimi insanlar kendilerini tamamen özgüvensiz hissederler. Özgüvenimizin hiç olmadığı zamanlarda, karşımıza çıkan engelleri veya zorlukları aşabilme yeteneğimiz olduğundan şüphe duyarız bu da ardından endişeyi getirir.
Öte yandan, aşırı güven duygusu içerisinde olduğumuzda becerilerimiz hakkında gerçekçi olmayan inançlara sahip olabilir ya da sınırlarımızı bilmediğimizden her şeyi yapabilirmişiz gibi düşünebiliriz. Dolayısıyla gücümüzden fazla yükü sırtlanırız, bu yükler ağır gelmeye başlar, bunun sonucunda yapmamız gereken şey her ne ise bunu iyi bir şekilde yapamayız.
Makul seviyede bir özgüvene sahip olduğumuzda ise, motivasyonumuz yüksek, başarabileceğimize dair inancımız tam olur. Bir işi başaramadığımızda çeşitli nedenler bulmaktansa yeniden denemeye başlayabiliriz ya da yardım isteyebiliriz.
Yukarıda da bahsettiğimiz özgüven duygusu yaşam içerisinde sık sık değişimler gösterebildiğinden, başarılarımız ve takdir görecek davranışlarımız özgüvenimizi artırabilirken, başarısızlıklarımız ve olumsuz geri bildirimler özgüvenimizi azaltabilir. 
Özgüvenimizin azaldığını ya da hiç özgüvenimiz olmadığını hissettiğimizde yapabileceklerimiz:
Motive olduğumuz aktivitelerde yer almak: Başarılı olduğumuz, kendimizi iyi ve motive hissettiğimiz aktivitelerde yer aldığımız taktirde, başarabildiğimizi göreceğimizden bu da özgüvenimizi arttırmaya yardım eder. 
Olumlu düşünmek: Kendimiz hakkında olumlu düşünmeye başlamak bizim negatif düşünceden uzaklaşmamıza yardımcı olacaktır. 
Makul hedeflerin belirlenmesi: Gerçekçi hedefler belirlediğimizde ona ulaşmak için olan inancımız olur, koyduğumuz hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflerle yolumuza devam edebiliriz. 
Bizi destekleyen kişilerle vakit geçirmek: Bizi yüreklendiren ve destekleyen kişiler ile vakit geçirdiğimizde, kendimize olan inancımız artar dolayısı ile daha özgüvenli oluruz.
Pozitif özellikleri hatırlamak: Sahip olduğumuz pozitif özelliklerimizi hatırladığımızda, negatifliğe odaklanmayacak ve başarabilme inancımızı hatırlayacağız. 
Deneyimlerden ders çıkartmak: Deneyimlediğimiz her olay tabii ki başarıyla sonuçlanamayabilir, bunlardan ders çıkartmak ve kaynaklarımıza kaydetmek bir sonraki olumsuz yaşam olaylarında hatırlamamıza ve aşmamıza yardım eder.
Hayır diyebilmek: Bizim için makul olmayan isteklere hayır demeyi başardığımız zaman fikirlerimizi açıkça ifade edebiliyor olacağız. Bu da özgüvenimizin artmasına yardımcı olacaktır.
Kaynakça:
Lim, L., Saulsman, L., & Nathan, P. (2005). Improving Self-Esteem. Perth, Western Australia: Centre for Clinical Interventions.

14 Ağustos 2016 Pazar

ÇOCUKLAR AŞKI FARKLI YAŞARLAR

Uzman Psikolog Şeyda Özdalga, çocukların yaşadığı aşkı şöyle açıklıyor: "Çocukların yaşadığı aşk, her an değişkenlik gösterebilen özelliktedir. Çocukların aşk denemesi temiz ve durudur. Yetişkinler arasında yaşanabilecek cinselliği içermez. Ellerini, gözlerini, saç rengini, kıyafetini, oyuncağını, beğenerek; o kişiyi yaşamında özelleştirir. Onun okulda yemek yerken yanında oturmasını, birlikte oyun oynarken elini tutmasını, grup oyunlarında yanında yer almasını, ona bakmasını, alışkın olduğu okul ortamlarının dışında bir araya gelmeyi ve kendisini doğum gününe davet etmesini bekler. İstek ve ihtiyaçları, çocukça ve masumdur."

11 Ağustos 2016 Perşembe

Çocuklar Tekrarla Öğrenir

Bebeklik dönemini takip eden yaş dönemlerinden biri olan 1-2 yaşındaki çocukların gelişimlerinde tekrar, diğer yaş dönemleri kadar önemlidir. Yaşından gün alan çocuk bilişsel, dilsel, sosyal, fiziksel ve özbakım becerileri olarak birçok farklılık ve farkındalıklarla gelişimini devam ettirir. 1-2 yaş dönemi gelişim özelliklerine göre istediği bir eşyayı eliyle gösterebilir, yardımsız yürümeye başlayabilir, "bana ayakkabını göster." deyince gösterebilir, ayaktayken topa ayağı ile vurabilir, kedi, araba gibi eşyaları tanıyabilir, kutuları üst üste koyarak kule yapabilir, iki kelimelik cümleler kurmaya başlayabilir, ellerini yıkayabilir, müziğe uygun ellerini çırpabilir.


Çocukların bu gelişim dönemlerinde beklenenleri yapmasında tekrardan yararlanmak onun öğrenmesini pekiştirmek ve yerleşmesini sağlamaktır. Beş duyunun da uyarılması ile öğrenme daha çabuk ve kalıcı olmaktadır. Bilinmeyenin sözcüklerle ifade edilmesi, koklatılması, tadılması, dokunulması, işitilmesi süreçlerine tabi olan bilgi belleğe yerleşmeye başlar. "Bu meyvenin adı çilek. Bak kokla, tadına bak." dedikten bir süre(bir saat) sonra aynı bilgilerin verilmesi, ertesi gün yine aynı bilgilerin yeniden verilmesi, öğrenip öğrenmediğini anlamak için "bunun adı neydi" diyerek sorulması, öğrenene kadar bu bilgilerin tekrarı yardımcı olur.

 

Sosyal Gelişim açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için;

  • Basit ev işlerini ona göstererek sizi taklit ederek öğrenmesine yardım edebilirsiniz. Evdeki eşyaların durdukları yerleri öğretebilirsiniz. "Bak bu sabunun yeri banyodur."Oyuncaklarını kutuya atarak nasıl toplayabileceğini öğretebilirsiniz.
  • Aynı ortamda başka çocukla bağımsız oyun oynayabilir. Oyuncak arabayı sürmesini, oyuncak bebeğin beslenmesini göstererek öğretebilirsiniz.
  • Saklambaç oyunu öğretebilirsiniz. Alışverişe giderken ona bilgi vererek gidip bir süre sonra geleceğinizi her gidişinizde tekrar tekrar söylemek ve buna uygun davranmak size güvenmesini ve annesiz kalmayla baş edebilmesine yardımcı olacaktır.
  • Evin bölümlerini isimlendirerek öğretebilirsiniz. "Burası mutfak, yatak odası v.s. gibi) Ev dışında, çevrede geziler yaparken bilgi verebilirsiniz.
  • Hayvan hareket ve sesleri çıkararak çocuğun taklit etmesini sağlayıp, ödüllendirebilirsiniz.
  • Bir hafta boyunca aynı kitabı okursanız. Artık kitabın hangi sayfasından sonra hangi konunun ya da karakterin geldiğini bile söyleyebilir.
  • Nasıl selamlaşacağını öğretin. "Her gün günaydın, iyi geceler kelimelerini kullanabilirsiniz
  • Ellememesi gereken nesneleri sık sık belirtebilirsiniz.
  • Beklemesi gereken durumlar yaratabilirsiniz.
  • Oyuncaklarını arkadaşlarıyla paylaşmasını sağlayabilirsiniz.


  • Dil Gelişimi açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için ;

    • Kişi ve nesneleri, giyecek, yiyecekleri sık sık aynı şekilde isimlendirebilirsiniz.
    • Vücudunun bölümlerini tanıtabilirsiniz.
    • Yanlış isimlendirirse doğrusunu tekrar tekrar belirterek ondan söylemesini isteyebilirsiniz.
    • Fiilleri kullanabilirsiniz. "Dede gitti. Yemek bitti. Anne geldi."gibi.
    • "Bana topu getir." gibi yönergeler verebilir, getirince aferin diyerek ödüllendirebilirsiniz.
    • Sık sık "bu ne? "diye sorular sorabilirsiniz.


    Özbakım Becerilerinin Gelişimi açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için ;

    • Çoraplarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Pantolon giymeyi öğretebilirsiniz.
    • Ayakkabılarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Düğmesi açık paltosunu çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Fermuarlarını açıp, kapatmayı öğretebilirsiniz.
    • Tuvalet ihtiyacını haber vermesini öğretebilirsiniz.



    Bilişsel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

    • Bir kabın içinden tek tek 5-6 nesneyi çıkarmasını sağlayabilirsiniz.
    • Aynaya bakarak ağzını göstermesini isteyebilirsiniz.
    • Küpleri üst üste dizmesini öğretebilirsiniz.
    • Benzer nesneleri eşleştirmesini isteyebilirsiniz. "Bu topun aynısını bul, göster." gibi
    • Kalem ve boyalarla bantla sabitlenmiş kağıda karalama yapabilirsiniz.
    • Nesneleri isimlendirmesini isteyebilirsiniz.


    Fiziksel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

    • Sandalyeye tırmanmasını teşvik edebilirsiniz.
    • Çubuğa dört halka geçirmeyi öğretebilirsiniz
    • Delikli tahtadan çubuğu çıkarmayı gösterip aynısını yapmasını isteyebilirsiniz.
    • Buzdolabına kağıt yapıştırarak, ayakta çizim yapmasını sağlayabilirsiniz.
    • Merdiveni nasıl inip, çıkacağını öğretebilirsiniz.

     
    Tüm bu gelişim alanlarının çocukta görülebilmesi için yapılacak sık tekrar hatırlatıcı ve öğretici olacaktır. Tekrarlar çocuğun her dönemi için uygulanabilir.

    Uzman Psikolog Şeyda Özdalga