30 Ağustos 2016 Salı

KAYGI VE ENDİŞE AZALIYOR !

Halk arasında evham diye bilinen endişe (kaygı), insanın içten ya da dıştan gelen tehlikeye veya tehtidlere karşı önlem almasına yardımcı olan, bazı fiziksel, davranışsal, duygusal tepkilerin meydana geldiği otomatik ve sağlıklı bir yanıt sistemidir. Dolayısıyla gerektiği zaman da kaygı, uyum sağlayıcı bir görev de üstlenir. Hayatı devam ettirebilmek ve sorunlarla baş edebilmemiz için kaygı gerekli bir tepkidir. Endişenin günlük dildeki karşılığı, korku, gerginlik, sıkıntı ve bunaltı gibi duygulardır.
Özellikle stresli olduğumuz zamanlarda (Örneğin çok önemli bir sınavda, iş mülakatında, büyük bir topluluğa konuşma yapıldığında, vs.) endişe yaşarız. Endişe duygusu aslında bedenimizin bize verdiği bir sinyaldir. Bu sinyalin sonucunda ellerimiz terleyebilir, kalbimiz daha fazla kan pompaladığından yüzümüz kızarabilir, kalp çarpıntısı yaşayabilir veya dizlerimizin bağı çözülüyor gibi hissedebiliriz. Kaygının sonucunda oluşan bu tepkiler bizim sunum yapmamızı engellemediği ve eylemden kaçınmamıza neden olmadığı taktirde bu kaygı yukarıda da bahsettiğimiz gibi gerekli olan bir duygudur.
Ancak bir de, günlük yaşantıda devamlı ve aşırı kaygılı olma hali vardır. Kaygının, şiddeti ve yoğunluğu kişi tarafından kontrol edilemediğinde günlük hayat olumsuz etkilenmeye başlarken işlevsellik aksamaya başlar. Çok kaygılı kişiler, yaşanılan herhangi bir olayda, olabilecek en kötü senaryoyu kafalarında kurup, bunun onun başına geleceğini düşünür. Günlük yaşamda “Yeter artık evham yapmayı bırak” ya da “Sen de ne kadar endişeli oldun” gibi cümleleri sıkça duyarız.

Örneğin, çocuğu gelmesi gereken zamandan 5 dakika geç gelen bir annenin kafasından bir takım düşünceler geçmeye başlayabilir. “Ya çocuğumun başına birşey geldiyse?”, “Acaba servis kaza yapmış olabilir mi?”, “Okul çıkışında ya servise binmediyse?” gibi düşüncelere bedensel tepkiler de eşlik edebilir. Annenin aklına gelen bu düşüncelerin ardından, elleri titreyebilir, kalbi daha hızlı atar, baş dönmesi, mide bulantısı da eşlik edebilir. Halbuki geç kalma nedeni okul servisinin trafiğe takılmış olması olabilir.
Peki kaygımızı kontrol edemediğimizde, bizi rahatsız ettiğini ve hayatımızı olumsuz etkilemeye başladığını fark ettiğimizde onu nasıl yönetebiliriz?
Kaygı ve endişe ile başa çıkmada önemli ipuçları:
  • Kendimize endişelenme zamanı yaratabiliriz. “Kaygılanmayı bırak”, “Bunda kaygılanıcak ne var?” gibi cümleler genelde endişeyi azaltmaz. Bir ipucu, gün içerisinde ‘’endişe zamanı’’ yaratmak olabilir. Örneğin her gün 17:00 ile 17:15 arasında zihnimizdekileri serbest bırakabilir ve özgürce kaygılanabiliriz. Böylece diğer zamanlarda aklımıza gelen bir kaygı kaynağını not alıp o zaman diliminde düşünülmek üzere erteleyebiliriz.
  • Kendimize kaygılandığımız konunun bir çözümü olup olmadığını sorabiliriz. Çözümü olan konularda aksiyon alabiliriz. Olası çözümlerin listesini yapmak ve buradan bize en uygun olanı seçmek ilk adım olacaktır. Örneğin kredi kartını çok kullandığımızı düşünüp ay sonu ne kadar borcumuz olacağı ile ilgili kaygılanıyorsak, bankayı arayıp harcama miktarını öğrendiğimizde durum netleşecek ve kaygımız azalacaktır. Çözümü elimizde olmayan kaygılarda zor da olsa diğer duygularımıza odaklanmak işe yarayabilir.  Kaygılı olduğumuzda yaşanılan diğer duygulardan çok endişelerimize odaklanırız. Oysa duygusal farkındalığımızı arttırdığımızda kaygımız da azalır.
  • Kaygılandığımız zamanlarda kaygının nedenini araştırmak, sıkışıp kaldığımız duygudan çıkmamıza ve olası çözüme ulaşmamıza yardım eder.
  • Diğer bir yol ise, belirsizliğe tahammül edebilmektedir. Çok kaygılı kişilerin belirsizliğe tahammülsüzlüğü vardır. Gelecekte ne olacağını bilmenin, yani geleceği kontrol etmeye çalışmanın kaygıyı azaltacağını düşünürüz. Oysa, gelecek bir bilinmezdir ve sürekli geleceği tahmin etmeye çalışmak ve hazırlıklı olmayı denemek kaygıyı arttırır. Kaygıya iyi gelecek olan, anda olmaya çalışarak geleceğin belirsiz doğasını kabullenmektir.
  • Kaygılandığımız zaman oluşan bedensel tepkileri rahatlatmak için de nefes teknikleri ve gevşeme egzersizleri kullanılabilir.
  • Ayrıca kaygılarımız ile ilgili bir uzmandan yardım alabiliriz. Böylece hem kaygımızın farkına varır, hem de sebeplerini anlayabiliriz. Bu da kaygının üzerine çalışmak demektir ve küçük adımlarla oluşan sağlam bir değişime giden yolda ilerlemeyi sağlar.

Nancy Koen Levi 
Uzman Klinik Psikolog

26 Ağustos 2016 Cuma

YENİ DERS YILI BAŞLIYOR!

Yeni ders yılının başlamasına az kaldı..
İşte Uzman Psikolog Şeyda Özdalga'nın ailelere ve öğretmenlere önerileri

  • Çocuğun bedeninin alışması için yatma ve kalkma saatleri, aşamalı olarak okul dönemindeki düzene sokulmalı.
  • Okul kıyafetleri, kırtasiye ihtiyaçları öğrenciyle birlikte seçilerek alınabilir.
  • Tatil ödevlerini bitirmek, kendisini okula hazır hissetmesine yardımcı olacaktır.
  • Ailelerin okulla ilgili yorumları olumlu olursa öğrencilerde bu bakışı benimsemeye alışır.
  • Yeni okula başlayanlar, okulu önceden ziyaret edebilir.
  • Son hafta, yazlık evden kışlık eve dönülmesi uygundur.
  • Alınan kitapları, kırtasiye malzemelerini, odasındaki masa ve dolaplara kendisinin yerleştirmesi istenebilir.
  • Odasında ve çalışma masasında daha çok zaman geçirebileceği aktiviteler yapılabilir.
  • Bir üst sınıfın kitaplarından, işleyeceği konuları gözden geçirebilir.
  • Okul başladıktan sonra dersler ve günlük yaşam programlanabilir.
  • Ders temposu her gün artırılarak, ders çalışma veriminin de yükselmesi sağlanabilir.
  • İstek olmasa da derse oturmak, derse başlamak öğrenciye yardım edebilir.
  • Unutulan konularla ilgili bilgiler, paniklemeden hatırlatıcı kaynaklardan alınabilir.
  • Öğretmenler ilk haftalarda daha esnek ve toleranslı davranabilir.
  • Televizyon ve bilgisayar oyunlarını, ödev sonrası kendilerine ödül olarak vermeleri, sorumluluklarını ertelemelerini önleyecektir.
  • Devam eden akademik ve duygusal sorunların tespiti ve terapisi için bir uzmandan yardım alınabilir.

21 Ağustos 2016 Pazar

DUYGUSAL AÇLIK MI, FİZİKSEL İHTİYAÇ MI?

Konu yemek yeme davranışı olduğu zaman herkesin farklı bir yorumu bulunmaktadır. Bazı insanlar “Sadece acıktığımda aklıma yemek gelir,” derken, kimileri de “Yemek yemeden yaşayamam,” tabirini kullanırlar.
Dergilerde, gazetelerde ve internet sitelerinde çok sayıda diyet listesi ile karşılaşıyoruz. Her birinde farklı tavsiyeler verilmekte ve ayrı püf noktalarına değinilmekte. Kimimiz bu listeleri uygulayıp hedefimize ulaşırken, kimimiz her gün niyetlenip rejime başlayıp en fazla bir gün ya da bir hafta dayanabiliyoruz.
Bunun en önemli nedeni, yemeğin fiziksel bir ihtiyaç olmanın yanı sıra, bazı insanlar için duygusal açlığı da doyurmak için kullanılan bir araç haline gelmesidir. Bu da yemeği fiziksel açlıktan mı yoksa duygusal açlıktan mı yediğimizi ayırt edemememize sebep olabilir. Yemek alışkanlıklarımızı sağlıklı hale getirebilmenin ilk adımı fiziksel ve duygusal yeme ihtiyacı arasındaki farkı netleştirmektir.
Fiziksel açlık, beyin tarafından mideye gönderilen bir sinyaldir. Gönderilen bu sinyalin beraberinde mide kazınması ya da bazı kişilerde baş dönmesi gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Duygusal açlık ise, bir anda gelir ve kişinin ne zaman yemek yemiş olmasıyla ilişkili değildir.
Duygusal yemek yeme, utanç, öfke, kızgınlık ve üzüntü gibi olumsuz duygularla yemek yiyerek baş etmeye çalışmak olarak açıklanabilir. Bu olumsuz duygular yemek aracılığıyla bastırılmaya çalışılsa da, kısa süreli rahatlamanın ardından gelen suçluluk duygusu durumu daha da zorlaştırabilir.
Fiziksel açlık, en son yenilen öğünden sonra yavaş yavaş ortaya çıkar ve tekrar yemek yendikten sonra açlık hissi giderilir. Ancak duygusal açlıkta ne kadar yemek yense de tam olarak bir doygunluk hissine ulaşılmaz, çünkü duygusal açlıkta doyurulmaya çalışılan mideden çok duygularımızdır.
Fiziksel açlık, yavaş yavaş ortaya çıkar, duygusal açlık ise aniden gelir. Aç olmamızdan bağımsız, duygusal ihtiyacımızı gidermek için yediğimizde, canımız hamburger, pizza, dondurma veya şeker gibi bizim için yatıştırıcı etkisi olan bir yiyeceği çeker. Ayrıca, duygusal açlıkta hemen yemek yemeyi isterken fiziksel açlıkta, yemek yemeyi biraz erteleyebiliriz. Fiziksel açlıkta doyduğumuz zaman yemek yemeyi durdurabilirken, duygusal açlıkta fiziksel olarak doymuş hissetsek de kendimizi durduramayabiliriz.
Duygusal yeme davranışı nasıl önlenebilir?
  • Duygusal yemek yeme alışkanlığını değiştirebilmenin ilk adımı farkındalıktır. Hangi duyguyu hissettiğimizde ya da hangi durum ile başa çıkmakta zorlandığımızda yatışmak için yemeğe başvurduğumuzu not etmek, bu konudaki farkındalığı arttırmaya yardım eder.
  • Yemek yeme düzeni oluşturmak da çok önemlidir. Gün içerisinde hangi saatlerde yemek yediğimizi bilirsek ve öğün atlamazsak arada kaçamak yapma olasılığı da azalır.
  • Dış (çevresel) faktörler duygusal yemek yeme alışkanlığımızı tetikleyebilir. Çevremizdeki yiyeceklerin ulaşılabilirliğini kontrol etmek etkili olacaktır. Örneğin stresli bir ortamda şekerli olan şeyler yeme eğilimimiz olduğunu biliyorsak, etrafımızda tehlikeli yiyecekleri bulundurmamak, bu davranıştan uzak kalmamıza yardım edecektir.
  • Spor yapmaya özen göstermek destekleyici bir etkiye sahiptir. Spor yaparak kalori yakmak ve motive olmak, yemek yeme ihtiyacını azaltır.
  • Duygusal yemek yeme bireyin baş etmekte zorlandığı duyguları olduğunu gösterir. Bunun farkında olmak ve bir profesyonelden destek almak duygusal yemek yeme sorunu olan bireylerin bu problemi anlamlandırmalarını ve çözüm bulmalarını kolaylaştırır.
Nancy Koen Levi 
Uzman Klinik Psikolog
Kaynakça:
Timmerman, G. & Acton, C., (2001) The relationship between basic need satisfaction and Emotional Eating, Issues in mental health nursing, 22:691-701.

16 Ağustos 2016 Salı

KAYIPLARLA BAŞETME VE YAS TUTMA 


Boşanma, ayrılık,  işlev kaybına sebep olacak hastalık, kaza ile uzuv kaybı, işini, varlığını  kaybetme gibi yaşam olayları yanında en travmatik olanı şüphesiz ölüm sonucu bir yakının kaybıdır. Ortak konu kayıp ise yas tutma da çoğunlukla kaçınılmazdır. Yas tutma düzeyi, kişinin problem çözme becerilerine, alabildiği sosyal desteğe,  ölen kişinin yaşına, ilişkinin niteliğine, sonrasında değişen koşullara bağlı olarak farklılıklar gösterir.  Yas tutma, yaşanan kayıp veya değişikliğe verilen psikolojik bir cevaptır aslında. Yas yaşanmalıdır. Yasını zamanında yaşamayanların sonrasında fiziksel ve ruhsal hasarları daha zorlayıcı olmaktadır.

Uyku, yeme sorunları, ağlama, sosyal çevreden uzaklaşma, kendini boşluk içinde hissetme, çalışamama, dikkat dağınıklığı, kolay öfkelenme gibi tepkilerle kendini gösteren bu süreçte birbirini takip eden ya da iç içe geçen dönemleri yaşayarak kendini iyileştirir. 
Kişi, kaybın arkasından  tüm dengenin bozulduğu, kaybın reddedildiği inkar, şok, pazarlık, kızgınlık, suçluluk, adalet arama, depresyon, yalnızlık gibi   duygu, davranış ve düşüncelerden sonra kabullenme ve geleceğe dair umutlarla yaşamına devam eder. 
Bu dönemde  neler yapılmalıdır;
  • Duygularınızı yakınlarınızla, sevdiklerinizle paylaşın, sosyal destek alın.
  • Yaptığı ya da yapmadıkları nedeniyle duyduğunuz kızgınlık için öleni de, onunla yapılan ya da yapılmayanlardan dolayı suçluluk hissettiğiniz için kendinizi de affedin.
  • Kaybın size ödetilen bir bedeli yoktur. Ölüm, kayıp hak edilecek bir ceza değildir. Yaşam döngüsünü bilinmeyen yönüyle kabul edin.
  • Doğa yürüyüşleri yapın, hobilerinizle zaman geçirin.
  • Yalnızlık isteği de doğaldır. Hazır hissedince yeni insanlarla da görüşün, farklı ortamlarda olun.
  • İyi gelen aktivite ve kişilerle olarak rutin yaşamınız içinde kalın.
  • Unutma çabası, düşünmek istememek gerçekçi değildir. Öleni güzel anılarıyla yaşatın.
  • Ölümü kabul etme, mutlu olmak onu unutmak veya umursamamak değildir. Gerçeği kabul edip baş etmektir.
  • Geleceğe umutla bakıp, zamana güvenin.


Uzman Psikolog Şeyda Özdalga

15 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖZGÜVEN NASIL KAZANILIR ?


Özgüvenli olmak bize ne sağlar? Kendimize güven duygusunu nasıl kazanırız? Uzman Klinik Psikolog Nancy Koen Levi açıklıyor. 
Özgüven kendimiz, yeteneklerimiz ve becelerilerimiz hakkında olumlu ve gerçekçi bir inanca sahip olmamız anlamına gelir. Özgüven, hayata karşı yapıcı, olumlu bakış açısını ve kendine inanmayı gerektirir. Özgüveni olan bireyler, birçok sorunla ya da durumla daha kolay baş edebilirler. Özgüven bize kuvvet verip motivasyon sağlarken, bu motivasyon bizim çabalamamızla karşımıza çıkacak olan engellerle başa çıkmamıza ve kazanılan başarılardan mutlu olmamıza yardım eder.
Özgüvenimiz yerinde olması her zaman her şeyi mükemmel yapacağımız anlamına gelmez. Aksine yaşanan olumuzlukların hepsini kendimize mal etmektense nedenlerini araştırır, bundan ders çıkartır ve bir dahaki sefere daha iyisini yapma motivasyonuna sahip oluruz.
Ancak özgüven eksikliği olduğu taktirde, kendimizden şüphe duyma, kolay boyun eğebilme, aldığımız eleştirilere karşı toleranslı olamama, sevilmediğimizi hissetme ve yalnızlık gibi olumsuz inançlara sahip olmamız olasıdır.
Kendimize hangi durumlarda güven duyarız?
Sanıldığının aksine özgüven, her koşulda sabit olan bir duygu değildir. Yaşam olaylarımıza bağlı olarak diğer insanlar ve olaylar özgüvenimizin azalmasına veya artmasına sebep olabilir. Diğer bir deyişle, farklı durumlarda veya çevrelerde güven ya da güvensizlik duygusuna sahip olabiliriz. 
Örneğin, bazı kişiler sahip oldukları mesleki kariyer, akademik başarı veya okul derecesi ile kendine güvenirken, fiziki özellikleri, sosyal yaşamı veya dış görünümü ile kendine güvenmeyebilir. Bu durumda güvenli olduğumuz yönlerimizi ortaya koymaya çalışırız. Ancak kimi insanlar kendilerini tamamen özgüvensiz hissederler. Özgüvenimizin hiç olmadığı zamanlarda, karşımıza çıkan engelleri veya zorlukları aşabilme yeteneğimiz olduğundan şüphe duyarız bu da ardından endişeyi getirir.
Öte yandan, aşırı güven duygusu içerisinde olduğumuzda becerilerimiz hakkında gerçekçi olmayan inançlara sahip olabilir ya da sınırlarımızı bilmediğimizden her şeyi yapabilirmişiz gibi düşünebiliriz. Dolayısıyla gücümüzden fazla yükü sırtlanırız, bu yükler ağır gelmeye başlar, bunun sonucunda yapmamız gereken şey her ne ise bunu iyi bir şekilde yapamayız.
Makul seviyede bir özgüvene sahip olduğumuzda ise, motivasyonumuz yüksek, başarabileceğimize dair inancımız tam olur. Bir işi başaramadığımızda çeşitli nedenler bulmaktansa yeniden denemeye başlayabiliriz ya da yardım isteyebiliriz.
Yukarıda da bahsettiğimiz özgüven duygusu yaşam içerisinde sık sık değişimler gösterebildiğinden, başarılarımız ve takdir görecek davranışlarımız özgüvenimizi artırabilirken, başarısızlıklarımız ve olumsuz geri bildirimler özgüvenimizi azaltabilir. 
Özgüvenimizin azaldığını ya da hiç özgüvenimiz olmadığını hissettiğimizde yapabileceklerimiz:
Motive olduğumuz aktivitelerde yer almak: Başarılı olduğumuz, kendimizi iyi ve motive hissettiğimiz aktivitelerde yer aldığımız taktirde, başarabildiğimizi göreceğimizden bu da özgüvenimizi arttırmaya yardım eder. 
Olumlu düşünmek: Kendimiz hakkında olumlu düşünmeye başlamak bizim negatif düşünceden uzaklaşmamıza yardımcı olacaktır. 
Makul hedeflerin belirlenmesi: Gerçekçi hedefler belirlediğimizde ona ulaşmak için olan inancımız olur, koyduğumuz hedefi gerçekleştirdikten sonra yeni hedeflerle yolumuza devam edebiliriz. 
Bizi destekleyen kişilerle vakit geçirmek: Bizi yüreklendiren ve destekleyen kişiler ile vakit geçirdiğimizde, kendimize olan inancımız artar dolayısı ile daha özgüvenli oluruz.
Pozitif özellikleri hatırlamak: Sahip olduğumuz pozitif özelliklerimizi hatırladığımızda, negatifliğe odaklanmayacak ve başarabilme inancımızı hatırlayacağız. 
Deneyimlerden ders çıkartmak: Deneyimlediğimiz her olay tabii ki başarıyla sonuçlanamayabilir, bunlardan ders çıkartmak ve kaynaklarımıza kaydetmek bir sonraki olumsuz yaşam olaylarında hatırlamamıza ve aşmamıza yardım eder.
Hayır diyebilmek: Bizim için makul olmayan isteklere hayır demeyi başardığımız zaman fikirlerimizi açıkça ifade edebiliyor olacağız. Bu da özgüvenimizin artmasına yardımcı olacaktır.
Kaynakça:
Lim, L., Saulsman, L., & Nathan, P. (2005). Improving Self-Esteem. Perth, Western Australia: Centre for Clinical Interventions.

14 Ağustos 2016 Pazar

ÇOCUKLAR AŞKI FARKLI YAŞARLAR

Uzman Psikolog Şeyda Özdalga, çocukların yaşadığı aşkı şöyle açıklıyor: "Çocukların yaşadığı aşk, her an değişkenlik gösterebilen özelliktedir. Çocukların aşk denemesi temiz ve durudur. Yetişkinler arasında yaşanabilecek cinselliği içermez. Ellerini, gözlerini, saç rengini, kıyafetini, oyuncağını, beğenerek; o kişiyi yaşamında özelleştirir. Onun okulda yemek yerken yanında oturmasını, birlikte oyun oynarken elini tutmasını, grup oyunlarında yanında yer almasını, ona bakmasını, alışkın olduğu okul ortamlarının dışında bir araya gelmeyi ve kendisini doğum gününe davet etmesini bekler. İstek ve ihtiyaçları, çocukça ve masumdur."

11 Ağustos 2016 Perşembe

Çocuklar Tekrarla Öğrenir

Bebeklik dönemini takip eden yaş dönemlerinden biri olan 1-2 yaşındaki çocukların gelişimlerinde tekrar, diğer yaş dönemleri kadar önemlidir. Yaşından gün alan çocuk bilişsel, dilsel, sosyal, fiziksel ve özbakım becerileri olarak birçok farklılık ve farkındalıklarla gelişimini devam ettirir. 1-2 yaş dönemi gelişim özelliklerine göre istediği bir eşyayı eliyle gösterebilir, yardımsız yürümeye başlayabilir, "bana ayakkabını göster." deyince gösterebilir, ayaktayken topa ayağı ile vurabilir, kedi, araba gibi eşyaları tanıyabilir, kutuları üst üste koyarak kule yapabilir, iki kelimelik cümleler kurmaya başlayabilir, ellerini yıkayabilir, müziğe uygun ellerini çırpabilir.


Çocukların bu gelişim dönemlerinde beklenenleri yapmasında tekrardan yararlanmak onun öğrenmesini pekiştirmek ve yerleşmesini sağlamaktır. Beş duyunun da uyarılması ile öğrenme daha çabuk ve kalıcı olmaktadır. Bilinmeyenin sözcüklerle ifade edilmesi, koklatılması, tadılması, dokunulması, işitilmesi süreçlerine tabi olan bilgi belleğe yerleşmeye başlar. "Bu meyvenin adı çilek. Bak kokla, tadına bak." dedikten bir süre(bir saat) sonra aynı bilgilerin verilmesi, ertesi gün yine aynı bilgilerin yeniden verilmesi, öğrenip öğrenmediğini anlamak için "bunun adı neydi" diyerek sorulması, öğrenene kadar bu bilgilerin tekrarı yardımcı olur.

 

Sosyal Gelişim açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için;

  • Basit ev işlerini ona göstererek sizi taklit ederek öğrenmesine yardım edebilirsiniz. Evdeki eşyaların durdukları yerleri öğretebilirsiniz. "Bak bu sabunun yeri banyodur."Oyuncaklarını kutuya atarak nasıl toplayabileceğini öğretebilirsiniz.
  • Aynı ortamda başka çocukla bağımsız oyun oynayabilir. Oyuncak arabayı sürmesini, oyuncak bebeğin beslenmesini göstererek öğretebilirsiniz.
  • Saklambaç oyunu öğretebilirsiniz. Alışverişe giderken ona bilgi vererek gidip bir süre sonra geleceğinizi her gidişinizde tekrar tekrar söylemek ve buna uygun davranmak size güvenmesini ve annesiz kalmayla baş edebilmesine yardımcı olacaktır.
  • Evin bölümlerini isimlendirerek öğretebilirsiniz. "Burası mutfak, yatak odası v.s. gibi) Ev dışında, çevrede geziler yaparken bilgi verebilirsiniz.
  • Hayvan hareket ve sesleri çıkararak çocuğun taklit etmesini sağlayıp, ödüllendirebilirsiniz.
  • Bir hafta boyunca aynı kitabı okursanız. Artık kitabın hangi sayfasından sonra hangi konunun ya da karakterin geldiğini bile söyleyebilir.
  • Nasıl selamlaşacağını öğretin. "Her gün günaydın, iyi geceler kelimelerini kullanabilirsiniz
  • Ellememesi gereken nesneleri sık sık belirtebilirsiniz.
  • Beklemesi gereken durumlar yaratabilirsiniz.
  • Oyuncaklarını arkadaşlarıyla paylaşmasını sağlayabilirsiniz.


  • Dil Gelişimi açısından anne babaların öğrenmeye katkıları için ;

    • Kişi ve nesneleri, giyecek, yiyecekleri sık sık aynı şekilde isimlendirebilirsiniz.
    • Vücudunun bölümlerini tanıtabilirsiniz.
    • Yanlış isimlendirirse doğrusunu tekrar tekrar belirterek ondan söylemesini isteyebilirsiniz.
    • Fiilleri kullanabilirsiniz. "Dede gitti. Yemek bitti. Anne geldi."gibi.
    • "Bana topu getir." gibi yönergeler verebilir, getirince aferin diyerek ödüllendirebilirsiniz.
    • Sık sık "bu ne? "diye sorular sorabilirsiniz.


    Özbakım Becerilerinin Gelişimi açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için ;

    • Çoraplarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Pantolon giymeyi öğretebilirsiniz.
    • Ayakkabılarını çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Düğmesi açık paltosunu çıkarmayı öğretebilirsiniz.
    • Fermuarlarını açıp, kapatmayı öğretebilirsiniz.
    • Tuvalet ihtiyacını haber vermesini öğretebilirsiniz.



    Bilişsel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

    • Bir kabın içinden tek tek 5-6 nesneyi çıkarmasını sağlayabilirsiniz.
    • Aynaya bakarak ağzını göstermesini isteyebilirsiniz.
    • Küpleri üst üste dizmesini öğretebilirsiniz.
    • Benzer nesneleri eşleştirmesini isteyebilirsiniz. "Bu topun aynısını bul, göster." gibi
    • Kalem ve boyalarla bantla sabitlenmiş kağıda karalama yapabilirsiniz.
    • Nesneleri isimlendirmesini isteyebilirsiniz.


    Fiziksel Gelişim açısından anne babanın öğrenmeye katkıları için;

    • Sandalyeye tırmanmasını teşvik edebilirsiniz.
    • Çubuğa dört halka geçirmeyi öğretebilirsiniz
    • Delikli tahtadan çubuğu çıkarmayı gösterip aynısını yapmasını isteyebilirsiniz.
    • Buzdolabına kağıt yapıştırarak, ayakta çizim yapmasını sağlayabilirsiniz.
    • Merdiveni nasıl inip, çıkacağını öğretebilirsiniz.

     
    Tüm bu gelişim alanlarının çocukta görülebilmesi için yapılacak sık tekrar hatırlatıcı ve öğretici olacaktır. Tekrarlar çocuğun her dönemi için uygulanabilir.

    Uzman Psikolog Şeyda Özdalga

9 Ağustos 2016 Salı

Çocuklara Kitap Okumayı Nasıl Sevdirebiliriz ?

Fazla çaba sarf etmeden eğlendirip, bilgilendiren televizyon, bilgisayar gibi teknoloji harikası iletişim araçları ile görsel cazibesi yüksek, oyalayan ve eğiten bir çok oyun ve oyuncak arasından çocuklara kitabı sevdirmek günümüzde artık daha zorlaşmaktadır. Bu kadar uyarana sahip olmadığımız 20-30 yıl öncesinde tercih ettiğimiz, doğum günlerinde hediye olarak seçtiğimiz kitaplardı. Şimdi ise çocuklar klasik roman kahramanlarını değil, çizgi film kahramanlarını daha iyi tanıyorlar.


Bebeklikten başlayarak çocukları renk, çizgi ve sözcüklerle tanıştıran, anadilini öğrenmesine yardımcı olan kitaplar, hem görsel, hem de dilsel özellikler ile çocuğun oynama, eğlenme, görme, duyma, dokunma yoluyla tanıma ve keşfetme gereksinimlerini karşılayan, duygu ve düşünce dünyasını besleyen, yaratıcılık ve hayal dünyasını geliştiren araçlardır.

Çocuk okuma alışkanlığını öncelikle ailede, sonra da okulda kazanır.Ebeveynler kitaba değer veriyorsa, düzenli olarak okuyorsa çocuklarının okumaları için de model oluyorlardır.Çocukların kitabı sevmeleri, bebeklikten itibaren anlama, algılama, fiziksel, zihinsel ve psikolojik durumuna ait gelişim özelliklerindeki ilgi ve beklentilerine göre sağlanabilir.

Çocuk kitap ilişkisi çocuğun okuma yazmaya başlamasından çok önceki bebeklik döneminden itibaren başlar. Bu nedenle kitapla ilk tanışma bu dönemlerde başlamalıdır.

Yaş dönemlerine göre kitap özellikleri şu şekildedir ;

0-3 yaş
Müzikli, sesli 
Dokunsal alanını uyaran 
Tanıdık nesnelerin olduğu 
Parlak renkli 
Az kelimeli ve bu kelimelere ait bol resimleri olan(hayvan, eşya gibi) 
Kolay yıpranmayacak kalitede 
Ellerinin boyutuna uygun olmalıdır. 
Bu resimli kitaplara dokunma elde tutma ile süreç başlar. Çevreyi tanımasına, çevreyle ilişki kurmasına, dilinin gelişmesine, algılama kapasitesinin artmasına yardımcı olur.

3-5 yaş
Kahraman figürleri olan masallar 
Tanıdık durumların anlatıldığı, yaşama ait 
Nesneleri sınıflandırabileceği 
İyi resmedilmiş 
Hayal gücünü harekete geçiren metinlerin önem kazandığı 
Konuları sade, resimleri öyküyü anlatacak güçte olmalıdır. 
Çocuğa okunan kitap, kavramsal gelişimine ve anlama becerisine katkı sağlar. Bilişsel gelişimine ve kişiliğin temellerine katkı yanında öğrenme isteğini ve merakını tatmin etmeye, soru sormaya teşvik etmeye yardımcı olur.

5-8 yaş
Güçlü hikayeleri olan 
Kavram ve dil yönünden gelişmiş 
Karakterleri güçlü 
Sadece iyi ve doğruyu değil, kötü-yanlış karakterleri de içeren 
İçinde bilinen kelimeleri içeren 
Gerçek hikayelerden alıntıları olan 
Yeni bilgiler öğreten, eğitici 
Okumayı yeni öğrenenler için kısa ve büyük yazılarla yazılmış 
İlgi alanına giren kitaplar olmalıdır. 
Hayal gücünü kullanarak yorumlar yapmaya, yeni şeyler denemeye, duygu ve düşüncelerini tanımaya, dilini uygun kullanmaya ve okuyan kişiyle fiziksel ve duyuşsal yakınlaşmayı sağlar.

8-12 yaş
Çocuğun karakter ve zevkine uygun 
Sadece mesaj kaygısı taşımayan, beyin fırtınası yapabileceği 
Türk dilinin uygun kullanıldığı 
Yaratıcılığını kışkırtan, sonunu kendi tamamlayabileceği 
Özdeşim kuracağı 
İlişkiler konusunda destekleyici, iyinin yanın da kötüye de yer veren0 
Farklı kültürleri tanıyabileceği, evrensel, iyi çevirisi olan 
Duygusal, Macera türü, öğretici ya da mesaj verici özelliği abartılmamış kitapları seçebilirsiniz. 
İlgi alanına yönelik her yeni bilgi ve kahraman onu heyecanlandıracak okuma isteğini arttırmaya başlayacaktır. Heyecanlı, maceralı olaylar ya da duygularını bulabileceği kitaplar ilgisini çekecektir.

ÇOCUKLARIN KİTAP OKUMAYI SEVMESİ İÇİN NELER YAPILABİLİR?

Anne Baba olarak siz bir kitap okuyucusu modeli olabilirsiniz. 
Kitap okumak için özel zamanlar ayırabilirsiniz 
Kitap okurken mimik ve ses tonunuzu kullanarak, kitaptaki hayal dünyasının içine çekebilirsiniz. 
Kitap okumayı sevmek kitabı tanımakla başlar. Kitapçıya giderek kitapları tanıması konunda rehberlik edebilir, onun nitelikli seçim yapmasını sağlayabilirsiniz. 
Ona okunan ya da kendi okuduğu kitabı babasına, arkadaşına anlattırabilir, böylece okumanın değerini, aktarma becerisini, başkasıyla paylaşmakla ilişkiyi geliştirmeyi destekleyebilirsiniz. 
Özel günlerinde ona ya da arkadaşlarına kitap hediye edebilirsiniz. 
Birlikte kitap evleri ve fuarlarına ziyaret yapabilirsiniz. 
Günlük gazete, dergi ve sürekli yayınları takip etmesini özendirebilirsiniz. 
Odasında kitaplarını koyabileceği bir kitaplık oluşturabilirsiniz. 
Kitaplarını arkadaşlarına ödünç vererek ya da alarak, okulun kütüphanesinden yararlanmasını sağlayabilirsiniz.

Uzman Psikolog Şeyda Özdalga 

5 Ağustos 2016 Cuma

Okula dönüş sendromunu aşmak için neler yapılabilir?

Uzun yaz tatili sonunda öğrenciler aynı zamanda okulunu, arkadaşlarını, yeni öğretmenlerini, sınıfını merak eder, özlem gidermek, tatil anılarını paylaşmanın heyecanını da yaşar. Tatil sonrası okula uyum süreci birkaç hafta sürer. Uzman Psikolog Şeyda Özdalga, bu dönemden önce ve sonra aile, öğrenci ve öğretmenlerin yapması gerekenleri sıraladı: 

  • Son hafta artık yazlık evden kışlık eve dönülmelidir.
  • Okul dönemi saatine bedenin alışması için yatma ve kalkma saatleri aşamalı başlayarak artık son hafta okul dönemine çok yakın olmalıdır.
  • Okul kıyafetleri, kırtasiye ihtiyaçları öğrenci ile birlikte seçerek, keyifle alınabilir.
  • Yeni okula başlayanlar, okulu önceden ziyaret edebilir.
  • Alınan kitap ve kırtasiye malzemeleri odasındaki masa ve dolaplarına kendi yerleştirmesi teşvik edilebilir. 
  • Odası ve çalışma masasında daha çok zaman geçirebilir.
  • Bir üst sınıfın kitaplarından işleyeceği konuları gözden geçirebilir.
  • Okul başladıktan sonra ders ve günlük yaşam programlanabilir.
  • Ders temposu her gün artırılarak, ders çalışma veriminin de artması sağlanabilir.
  • İstek olmasa da derse oturmak, derse başlamak öğrenciye yardım edebilir.
  • Unutulan konularla ilgili paniklemeden, hatırlatıcı kaynaklardan yararlanabilinir.
  • Öğrencinin aldığı yeni kararları odasında her zaman görebileceği bir yere yazıp asması, uygulamasına yardımcı olabilir.
  • Öğretmenler de ilk haftalarda daha esnek ve toleranslı davranabilirler. 
  • Devam eden akademik ve duygusal sorunların tespit ve terapisi için bir uzmandan yardım alınabilir.




Milliyet Gazetesi

3 Ağustos 2016 Çarşamba

Komut vermeden çocuğunuzla nasıl konuşabilirsiniz?

Anne-babaların çocuğuyla iletişim kurarken ve yapması gerekenleri söylerken sürekli komut verir gibi konuşmaları veya yapması gerekenleri hatırlatması, aslında çocukları olumsuz etkiliyor. Çocuklara sorumluluklarını hatırlatayım derken onlarla doğru iletişim yapamayan anne babalar bu kısır döngü içinde sıkışıp kalıyorlar.


“Dişlerini fırçaladın mı?, “Odanı topladın mı?” “Ödevin bitti mi? tarzı yaklaşım ve konuşmalar, iletişimi engelleyip istenilen davranışın yapılmasını sağlamıyor.  Uzman Psikolog Şeyda Özdalga bu konuda şöyle diyor; “Sağlıklı iletişimin sağlanmasında en büyük engel sorunun kimde olduğunun anlaşılmamasından kaynaklanır. Davranışların kabul edilip edilememesi, bizlerin o davranışa tanık olduğumuz zaman yaşadığımız duygularla bağlantılıdır. Davranış yapıldığında olumsuz duygular yaşıyorsak, o davranışı kabul etmeyiz. Olumlu duygular içindeysek o davranışı görmezden gelebilir, tepki vermeyebiliriz.”

Doğru Konuşmak

Anne babalar çoğunlukla iletişimi engelleyen yaklaşımlarla çocuklarıyla iletişim kurmaya çalışırlar. Emir verme, “odanı topla”, tehdit etme,”yemeğini bitir yoksa, sinemaya gidemezsin”,eleştirme,”sen zaten hep kolaya kaçarsın”, sorgulama” neden öğretmenine cevap vermedin?” gibi konuşmalar aslında çocukların bu konuşmaları duymamasına ve umursamamasına neden oluyor. Şeyda Özdalga, bunun için “ben” dilinin kullanılması gerektiğini söyleyerek “çocuğa ben diliyle olayı anlatmak, yaptığı davranışı, sizin nasıl etkilendiğinizi ve duygunuzun ne olduğunu söyleyerek doğru iletişime geçersiniz.” diyerek, ben dilinin karşı tarafdan daha fazla duyulduğunu belirtiyor. Telefonda konuşurken gürültü yapan çocuğunuza “yeter artık sus” yerine, “gürültü yaptığında karşımdaki kişiyi duyamıyorum ve kızıyorum” demek daha sağlıklı olacaktır.


Çocuğunuzla komut vermeden konuşmak için yapmanız gerekenler

Çocuğunuzla yaşı kaç olursa olsun, konuşmaya başladığınızda her seferinde aynı şeyleri yaşıyorsanız bu sefer önerilen davranış şeklini uygulayın. İşe yaradığını göreceksiniz.
Neden, niçin soruları yerine, ne, nasıl,neler ile başlayan sorular sormaya çalışın.
Sorunu belirleyin.
Olası çözümleri üretin.
Önerdiği her çözümü değerlendirin.
Anlaşmaya varın.
Kararınızı uygulayın.
Uygulama sonrasını değerlendirin.

Sorun olan davranışa nasıl engel olabiliririz?

1. Sorun olan davranıştan önce, beklentinizi açık dille ifade edin ve önleyici açıklamada bulunun.
2. Çocuğunuzdan beklediğiniz davranışa önce siz anne-baba olarak örnek olun.
3. Çocuğun çevresini yeniden düzenlemek, alışkanlıklarına düzen getirmek onu olumlu etkileyecektir.
4. Çocuğun yaptığı olumlu her davranışını takdir edin ve övün.
5. Yapıcı çözüm yolu alternatiflerini çoğaltmak, çocuğun düşünmesini sağlayacaktır.
6. Sorun olduğunda sadece kendisinin değil, tüm aile üyelerinin ve çevresinin olumsuz etkilendiğini çocuğunuza anlatmalısınız.


Tüm bunlar işe yaramazsa

Siz anne-baba olarak tüm pozitifliğinizle çocuğunuza yaklaşım gösterdiniz, alternatif çözüm yolları sundunuz ama değişen birşey olmazsa, o zaman, çocuğunuzun bu yaptığı davranışın etkilerini yaşamasına gönül rahatlığı ile izin verin. Pişmanlık duymasına ve bu duyguyu yaşamasına üzülmeyin. Yaşadığı bu kötü deneyimler onun büyümesine ama biraz da zedelenerek olgunlaşmasına ve sizin sözünüze değer vermesi gerektiğini anlamasına neden olacaktır.
 
Uzm. Psikolog Şeyda Özdalga

2 Ağustos 2016 Salı

Kardeş Kıskançlığı

'Kardeşi olduktan sonra huyu değişti.', 'Kardeşine çok kötü davranıyor.' , 'Sen ablasın (ağabeysin) kardeşini idare ediver.', 'O küçük daha istediğini yapsan ne olur ki!', 'Ufaklıkta az değil ablasını (ağabeyini) rahat bırakmıyor.' söylem ve şikayetlerini ebeveynlerden sıklıkla duyarız.


Tüm duygular gibi kıskançlıkta doğal ve evrensel bir duygudur. İlişki ve kişilik sorunu oluşmadan çocuğun bu duyguyla ile başetmesini sağlayabilecek yaklaşımlar vardır.

Çocuğun yaşına bakılmaksızın eve bir kardeşin gelmesiyle çocuğun duygusal yapısını dışa vurmasıdır. Kıskançlıkta kardeşe duyulan yoğun öfke belirgindir. Kardeşinin tüm düzeni farklılaştırdığını, eskisi kadar ilgi ve sevgi görmediğini düşünür. Kardeş sorunu çocuğun kendi yaşı, cinsiyeti, kişiliği ve aile yaklaşımı, kardeşiyle arasındaki yaş farkı ve kardeşin cinsiyetine göre  kendini gösterir.


Ailenin Kardeş Kararı Alma Nedenleri
Bir aile kendi yaşamsal deneyimlerine göre, kardeşsiz büyümüşse bu durumla ilgili bir  eksik hissettiyse bunu tamamlamak için,  kardeşi ya da kardeşleri varsa bu modeli benimsediği ve avantajlarını yaşadığı için, aile kavramındaki inançlarına göre geniş aile kurma istek ve arzusu için, ileriki yaşlarında birbirlerine destek olabilmeleri için, soyadlarını devam ettirecek erkek çocuk sahibi olmak için, farklı cinsiyette bir çocuğa sahip olabilme isteği için  ya da çok çocuk sevdiği için de ikinci bir çocuğa sahip olmak isteyebilir.

Bir çocuk kardeş sahibi olmaya ne zaman (kaç yaşından sonra) hazır olur?
Çocukla kardeşi arasındaki yaş farkı ne kadar azsa kıskançlık o denli fazla olabilmektedir.  Henüz anneye gereksinimin sürdüğü 3 yaşından küçük çocuklarda anne ilgisinin azalması sonucu yeni kardeşe tepki artabilir. İkinci ya da üçüncü kardeşi kabullenme ise daha kolay olmaktadır.

Birbirine yakın dönemlerde olan çocukların ihtiyaçları da benzerlik taşır. Aynı ilgi ve enerjiyi göstermek, anne ve baba için de zorlayıcı olabilir. Gördüğü ilginin bölünmüş olması annenin ilgisini kaybediyor olduğunu düşündürtür. Kardeş kararını verirken ideal bir yaş belirlemek yerine, ailenin  maddi ve manevi hazır olması, anne babanın ilk çocuğuna doğru yaklaşımı, çocuğun yaşına uygun ihtiyaçlarının karşılanabilmesi, denge kurabilmesi çerçevesinde değerlendirmelidir. Yoksa her yaşta kıskançlık hissedebilir.


Kardeş Kıskançlığı yaşayan çocuğun tepkileri
Yaşından küçük davranışlarda bulunmak. (emzik, biberon, parmak emmek, bebeksi konuşmalar yapmak)
Anneye aşırı derecede bağlanmak (yuvaya, okula gitmek istememek, yatarken anneyi yanında talep etmek)
Anne ile kardeşin yalnız kalmalarını istememek
Öfke, hırçınlık, tutturmak
Kardeşin kendisine ve eşyalarına zarar vermek (vurma, cimcikleme, oyuncağını kırma)
Kardeşine olumsuz söylemlerde bulunmak. ('keşke olmasaydın', 'ölseydin' 'bıktım senden' )
Okul başarısında düşme (dikkat dağınıklığı ve öğrenme problemleri)
Davranış sorunları (alt ıslatma, saldırganlık, uyku sorunları v.s.)
Kardeş yok gibi davranmak
Kardeşe aşırı sevgi gösterisinde bulunmak (severken ağlatmak, canını acıtarak sarılmak, kucaklarından düşürmek)
İlgi çekme çabaları
Psikosomatik sorunlar (başağrısı, mide bulantısı )
Anne Babalarına onu sevip sevmediklerini sık sık sormak

Bunların engellenmesi için kardeş doğumundan önce, doğum hazırlıkları sırasında ve sonra ağbi veya abla için yapılması gereken davranış ve tutumlar söz konusudur.

Doğumdan Önceki Önlemler
Çocuk evin tek çocuğu konumundayken, isteklerine sınır konmalıdır. Sınırları olan çocuk sevgi ve ilgi paylaşımını da rahatlıkla tolere edebilir.
Aileye katılacak kardeşin gelişi konusunda bilgi verilmeli, yaşamında olabilecek değişiklikler anlatılmalıdır. Ne kadar süre sonra kardeşi dünyaya gelecek, cinsiyeti, odasının nerde olacağı (belki de bir süre sonra oda paylaşması gerekecek) söylenir. Annesinin karnına dokunarak kardeşinin hareketlerini hissetmesi sağlanarak, sevgi bağı kurması desteklenebilir. Kendi fotoğraf albümünden bebeklik yaşantısı örneklenebilir.
Kardeşinin ismi konusunda ki olasılıklar hakkında bilgi verilip, onun önerileri değerlendirilebilir.
Kardeşine resim, duygularını anlatan bir mektup yazdırılabilir.
Kardeş için alışveriş yaparken, benzer şekilde onun için de benzer eşyaların alındığı anlatılarak arada ona da  oyuncak, giysi, odasına bir aksesuar alınabilir.
Hamilelik dönemi kaygı ve sıkıntıları olabildiğince yansıtılmamalıdır. Yoksa, annesini sıkıntıya soktuğu için kardeşine olumsuz hisler içinde olabilir.

Doğumdan Sonraki Önlemler
Doğumdan sonraki koşturmalar, eşyaların yerlerinin değişmesi, eve gelen misafirler, yardımcı aile büyükleri ve bakıcılar yani evdeki düzen değişikliği çocukta gerginlik yaratabilir. Sorduğu sorulara cevap bulması, açıklama yapılması ise onu rahatlatacaktır.
Hastene odasında bebeğin  ziyareti sırasında çekirdek aile fertleri ve belki de aile büyükleri ile bu mutlu an keyif içinde geçmelidir.
Kardeşine dokunması engellenip, bebeği koruyucu aşırı tepki verilmemelidir. Zarar vermesini önleyici uyarılar ise onu rahatsız edecek düzeyde olmamalıdır.
Bebeğe armağan getiren yakınların, ağbi veya ablasını da gözeterek ona da hediye almalarından çok mutlu olacaktır.
Anne bebekle ilgilenirken, büyük çocuğu ilgi ve sevgisinden mahrum etmemelidir.
Gelen yakınların ilgisi de sadece bebeğe yönelik olursa, büyük çocuğa da olması konusunda gerekirse uyarılmalıdırlar.
Her biri ayrı bir beceri ve özelliğe sahip kardeşler arası kıyaslamalar yapılmamalıdır. Sizin çocuklarınızı o özelliklerine göre kabul etmeniz, onlarında birbirlerini kabul etmelerine destek olacaktır.
Kardeş gelmeden kendi odasında düzenli yatması sağlanmalıdır. Kıskanmasın diye kardeşten sonra yatağınıza almak doğru değildir.
Kardeşin bakımıyla ilgili işlerde mutlaka ondan yardım alınmalı, bundan duyduğunuz mutluluk ve keyif anlatılmalı ve ona yardımları için teşekkür edilmelidir. Bu alışkanlık kıskançlık yerine koruyuculuk duygularının gelişmesine yarımcı olacaktır.
Kıskandığı durumlarda etiketlenmemeli, kendini suçlu hissettirilmemelidir.
Onunla evde ve dışarda anne ve baba olarak kardeşi olmadan da özel zaman geçirmelidir.

Büyük çocuklar özgürlük alanlarını kısıtlayan, onun eşyalarına zarar veren, zamanlarını alan, ders çalışmalarını engelleyen kardeşlerine tepki gösterirler. Bu durumda aslında kardeşin ağbi ya da abladan ilgi ve sevgi beklediği, onun kardeşine rol model olduğu anlatılmalıdır. Kardeşiyle keyifli kısa bir oyun, sıcak bir ilgi bile kardeşinin olumsuz davranışlarını engelleyecektir.

Uzm. Psikolog Şeyda Özdalga